Ana Sayfa

25 Ekim 2012 Perşembe

Ayrılık Deneyimi

     Ufff ne çok ara vermişim öyle ki yazacak birçok şey varken. Tembellik, uyuşukluk, başka bir izahı yok bunun.
     
     Bu yaz bir ilk deneyim daha yaşadık kızımla; benden ayrı ilk tatiline gitti babasıyla. Yaklaşık 10 uzun gün birbirimizi göremeyecek, dokunamayacak, öpüp koklayamayacaktık. Aklımı bu düşünceler sarmışken hep üzgün buluyordum kendimi. Çözüm bu değildi ikimiz için tabii ki de. Günler öncesinden ikimizde hazır olmalıydık ki süreç ızdıraba dönüşmemeliydi. Neden onlarla gelemeyeceğimi biliyordu artık bu da işimi kolaylaştırdı, ama en çok da bizi anlıyor olmasıydı.
     
     Güzel deneyimler edindiği bir köy tatili yaptı kızım, babaanne, kuzen ve amcalarıyla. Ailesini tanımasını, onlarla güzel, uzun ve sağlam ilişkiler kurmasını önemsiyorum. Ki akrabalık ilişkilerinin zayıflamaya yüz tutmaya başladığı bir zamanda.
     
     Bense, onu çok ama çok özledim. Onun iyi, kaliteli vakit geçirdiğini bilmek beni rahatlatan bir durumdu. Ayrıca beni soranlara verdiği cevap durumu gerçekten algıladığının bir göstergesiydi. “Annem gelemedi çünkü patronun ona izin vermedi!” Çok sık olmasa da telefonla görüştük.
     
     Havaalanına onları almaya gittiğimde birbirimizi öyle özlemiştik ki, onu oto koltuğuna oturtturmak gelmedi içimden. Arka koltukta birlikte oturup, emniyet kemerimizi bağlayıp sarıldık öptük, kokladık birbirimizi. Biliyorum yanlıştı yaptığımız ama, anne-kız birbirimizi çok özlemiştik
  
Dipnot: Trafikte çocuğunu araç koltuğuna oturtturmayan aileleri şiddetle eleştirir, özelikle ön koltuğa oturtanlara çok kızardım. Hala öyleyim fikrim değişmiş değil. Ama bu düşüncemin aksine davranacağım aklımın ucundan geçmezdi.
Bir Köy Macerası

27 Nisan 2012 Cuma

Adana Notları

İş değişikliğim nedeniyle bir süre tatil yaptım evde. Gerçi göz açıp kapanıncaya kadar geldi geçti ama iyi geldi. O kadar çok yapılacaklar listesi vardı ki, neresinden başlayacaktım listenin.  Aman boş ver, gez toz işte. Veee kızımla birlikte Adana yolları taştan demeye karar verdim J
2 yaşını geçti ve uçakta onun da bir koltuğu var artık. İki yaşını doldurduktan sonraki ilk yolculuğumuzda koltuğa oturtamamıştım, benim için hala küçük deyip bebek kemerini takıvermiştim. Ama artık kucağa oturamayacak kadar büyüdü. Bu kez beni hiç yormadı, kemerini bağladık ve ilk kez, uçakta koltuğa oturup yolculuk yaptı.
Çocukların dikkat, seçicilik, gruplama konusundaki algısı çok yüksek oluyor. Bu konuyu çoğu kez tecrübe ettiğim halde her seferinde yeniden öğreniyormuşum gibi şaşırıyorum.
Yolculuk esnasında şarkı söylemeyi çok seven kızım yine bildiği şarkıları mırıldanıyordu. Bir tanesinin melodisi tanıdık geldi ama ne olduğunu çıkartamadım. Tekrar söylemesini istediğimde Hande Yener-Havaalanı şarkısını söylüyordu. Bağlantıyı hemen kurmuştu.
Adana’ya inip babaanneye doğru yola çıktığımızda-ki doğduğundan bu yana 3.gelişi- ,amcası arabayı çok yakınına park etmediği halde binayı rahatlıkla buldu. Amcasını, Mehdi abisini, Buket(onun tabiriyle Nuket)ablasını, Elif bebeği unutmamıştı.
Güzel bir altı gün geçirdik orada, neyse ki hava da bizden yanaydı. Yedik, içtik, gezdik, mümkün olduğunca herkesle görüşmeye çalıştık. Kızım bol bol babaanneyle ve amcayla vakit geçirdi.  
Gitme zamanı gelmişti. Dönüşler her zaman zordur, giden için de kalan için de.  Babaanne doya doya öptü kızını, sarıldı amcası . Kontrolden geçip,el sallayıp bindik tekrar uçağa.
Bu yolculuğumuz da bir ilk yaşadık, kızımla. Uçak havalandıktan sonra kucağıma gelmek isteyen kızım, oturduktan sonra üzerime işedi, evet evet kucağımda otururken işedi. Onun gibi benim de ıslandı üzerim. Neyse ki onun yedeği vardı ama benim yoktu. Şimdiye kadar hiç düşünmemiştim aslında kendim için de bir yedek kıyafet taşımayı. Böyle bir şey  de başıma gelebilirmiş hem de en olmadık yerde. İnene kadar sorun olmadı, oturdum öyle ıslak ıslak ama indikten sonrası… Gerçek şu ki; çokta kötü hissetmedim kendimi, bu  çok normal bir durummuş gibi rahattım,valiz bile bekledim. Demek ki yanında çocuk var ise her şey olağandır diye düşünmeye başlamışım da haberim yok.

18 Mart 2012 Pazar

Tuvalet Sürecindeki Uygulamalarımız

Sanırım Eylül Naz bu tuvalet işini halletti. Herhangi bir değişiklik olmazsa,umudumuz o yönde, bu tuvalet süreci ile ilgili son yazım olacak.

Tuvalet sürecinde uyguladığımız yöntem;

·         Başlama tarihi ile ilgili belirli bir takvim belirledik

·         Belirlediğimiz tarihin öncesinden Eylül Naz’a ne yapacağımızı çok sık olmamak kaydıyla anlattık. Hatta bunu yakın gördüğümüz kişilerin yanında paylaştık

·         Sınıftaki arkadaşlarından kimlerin bezi bıraktığını öğrenip kullanarak Eylül Naz’a duyurmaya çalıştık.

·         “Dedikodu yöntemini” çok sık kullandık.

·         Aralıklarla açıklamalarda bulunduk, bez ve tuvaletle ilgili. Aslında bebeklerin bezi yürüyemedikleri için kullandığını, yürüyebilselerdi kaka/çişini tuvalete yapacaklarından bahsettik.

·         Özendirme yolunu denedik. Dışarı çıktığımız da artık onunda anne gibi tuvalete gideceğini anlattık. Dışarı çıktığımız da ya da bir yere oturduğumuz da “anne çişim geldi” diyor gelmese bile,tuvalete girme olayını yaşamak adına

·         Kakayı tuvalete yapmayıp altına yaptığında şöyle kısa bir hikaye anlattık; “Kakanı tuvalete yapmalısın tatlım ve kakayı artık evine göndermelisin. Onun annesi-babası merak ediyordur şimdi. Sifonu çekip kakana artık hoşça kal demen gerekiyor.” İşe yaradı mı bence yaradı. Çünkü bu konuşmadan sonraki gün de kakasını tuvalete yapmaya başladı ve “ anne kaka artık evine gitti, değil mi?” diye sordu. Böyle bir olaya aracı olmaktan, bir şeye yardım etmekten çok memnundu. Sifonu çekip kakasına el sallamasından anlaşılıyordu bu. Bir süre devam etti bu seremoni. Sonrasında tekrarlamadı “hoşça kal “ mevzusunu.

·         Ödüllendirme uyguladık özellikle kakayı tuvalete yapma konusunda. Fakat alışkanlığa dönüştürmeden ve ödül için yapma bilinci oluşmadan kestik ödül verme olayını.


14 Mart 2012 Çarşamba

Yumurta Kırıcı

Pasta, börek daha doğrusu unlu grupların yapımıyla pek alakam olmadı şimdiye kadar, hatta hevesim bile. Yumurta kırmayı da pek sevmem, kırdıktan sonra elime bıraktığı yapışkan halinden dolayı. Bilirim ki yumurtasız ne pasta olur ne de börek. Yumurta tüm mutfakların vazgeçilmezlerinden biridir.
Bizim evde yumurta olan bağımız sahanda başlar ve biter. Bu da haftada bir, birlikte yaptığımız kahvaltıda olur. Kayısı kıvamını tutturmak zor olduğu için ve de üşendiğimiz için; yumurtamız da sahanda, peynirli, sucuklu ya da sade olur. Eğer bitmişse kahvaltı için yumurta, apartmanın altındaki mandıradan baba-kız yumurta almaya gidip dönüşte de ekmek alıp gelirler. Bense çayı koymuş kahvaltı hazırlamaya başlamışımdır artık.
Ama yumurta yapma işi babanındır her zaman. Nasıl ki yumurta pazar kahvaltılarımızın vazgeçilmezi ise, sahanda yumurtayı pişirme de babanın vazgeçilmezidir. Öyle bir zevkle yapar ki, ayrıca her yaptığı yumurtada şahane olur. Ben yumurtaları dağıtmadan, bozmadan, karıştırmadan pişiremem. İlla ki beyazımsı kısımların hepsi pişecek. O ise bunu – dağıtmadan- başarır J
Babanın bir yardımcısı da var artık. Hatta evimiz yeni yumurta kırıcısı. İkiside bu işi büyük bir ustalıkla yapıyor ve bundan büyük bir zevk alıyorlar. Eylül Naz yumurtaları kırıyor, baba pişiriyor, sonra da oturup afiyetle yemek kalıyor.
Gerçi yumurta kırıcı aleti varmış piyasada ama bizim ki daha doğal ve organik J









13 Mart 2012 Salı

Mekan Önerisi : Urla Yörük Evi

Şehir hayatından öyle sıkılıyorum ki, hele de çocukluğunu sokaklarda, şimdiki çocuklara göre  daha şanslı, yaşayan biri olarak.
Mahallemiz vardı, mahallede arkadaşlarımız vardı, saklambaç oynardık, ip atlardık, yakan top oynardık, parka gider saatlerce salıncak ya da kaydırak sırası beklerdik. Üstümüz kirlenirdi, çamur olurdu, toprağa dokunur, hissederdik. Düşerdik, bacağımız kanar, kolumuz ağrırdı.
Hava biraz kararınca yerler mühürlenirdi (!) Ne demekse, annem bizi böyle çağırırdı, oyunun bittiği, eve girme saatinin geldiği demekti bizim için. Gerçekten inanırmıydık, hatırlamıyorum ama inanırdık sanırım. Annemin yalan söylediğimizi gözlerimizden okuyor hikâyesine bir süre inandığımıza göre annemin o hikâyesine de inanmışızdır muhtemelen.
Yazarken nasılda o günleri özlediğimi fark ettim. Umarım benim çocuğum –şimdilik pek mümkün görünmüyor- da dilediğince oyun oynar, koşar, düşer, kalkar… Şuan ki gittiği yuvayı o yüzden çok seviyorum sanırım. Düz bir zemin üzerin kurulmuş, parkıda var, gözlem yapabileceği bahçesi de, kumu da var, ağacı da…
Geçen hafta sonu kahvaltı sonrası attık kendimizi yollara… Bulabilirsek temiz hava solumaya… Ve şehir dışına doğru istikametimizi belirledik. 
Burası beğenerek gittiğimiz yerlerden biri. Kahvaltısıda güzel, incecik açılmış gözlemeleri de. Çocukla gidilecek güzel mekânlardan birisi bence. Biraz uzak diyebilirmiyiz! Bence dememeli J
Yazın da gidilebilir kışın da. Kış için kapalı mekânı var hatta içeride gürül gürül yanan bir sobası bile. Küçük bir yapay havuzu, havuzun içinde ördeği ve balığı, etrafta gezinen tavukları.
Kahvaltı sonrası kısa bir orman yürüyüşü yapmalı, kozalak toplamalı. Rüzgarla birlikte savrulan yaprakları seyretmeli, rüzgarın sesini dinlemeli, papatyalara dokunmalı.







Prenses ve Bezelye

Şans oyunlarında ya da çekilişlerde şanslı bir hatun değilimdir. Hatırımda “Aaa, şöyle bir şey kazanmıştım” diyebileceğim ne bir kare ne de bir kesit var. Ama artık çok güzel bir kesitimiz var J

Blogunu sıkça takip ettiğim Pratik Anne’nin yazısını okuduğumda, bayıldım Özlem Hanım'ım
diktiği tütülere. Aslında biraz da kıskandım, el becerisinden yoksun halimle.

Kızımın ilk tütüsü Özlem Hanım'dan geldi. Kocaman bir kutu, acaba neydi içerisindeki!

Bu sürpriz kutu nereden gelmişti, kim göndermişti? Merakla bakıyor kutuya bir yandan da tahminlerini söylüyordu. İlk gün açmadık sürpriz kutuyu. Yaramazlık yapınca o gece kutuyu açma hakkını kaybetmişti. Ama ertesi gün “sürprizi kazandım” dedi evet haklıydı da.

Dada dadaaammm…..


Şahaneydi, emeğine sağlık, ellerine sağlık. İşini ne kadar özenli yaptığı ve titiz çalıştığı, diktiği tütüden belli oluyor, Özlem Hanım’ın. Dokunurken acaba incitirmiyim diyebiliyorsun

Kutudan çıkan tütünün tüllerini açarken; yıpratmadan, dikkatli, özenli açmak gerektiği hissi uyandırıyor. Tüllerin her kıvrımını kabartırken, çok narin olmalı diye düşündüm emeğe saygı için.

Eylül Naz çok beğendi Prenses Peri Tütüsünü….Gerçi “gelinlik etek” demeyi tercih ediyor.

Ayrıca kızımın gerçek bir prenses olduğunu belgeleyen bir sertifikası bile var artık J

Özlem Hanım’ın bilgilerini mutlaka kaydetmeli hatta unutmamalı.




22 Şubat 2012 Çarşamba

Gönüllü Kök Hücre Vericisiyim

Kuşlar gibi özgürdüm derken birden tepetaklak oldum,Gamze’nin blogunu okuyunca. Gamze’yi şimdi hemen hemen herkes tanıyor. Gamze Türkiye’de İlik Donörlüğü konusunda bir farkındalık yarattı. İnsanlar artık Kök Hücre Donörlüğü hakkında konuşuyor, hastanelere Gönüllü Donör olmak için gidip 1 Tüp kan veriyor.

Evet Gamze Akbaş için haddinden fazla üzülüyorum, bir an önce uygun Donör bulunup sevgili oğlu Atakan’a kavuşsun istiyorum ama diğer taraftan da insanların birbirleriyle bir dayanışma içinde hareket etmesi de çok mutlu ediyor beni. Kendi adıma, insanlık adına son günlerde gerçekten çok güzel şeyler yaşıyor, çok güzel şeyler paylaşıyorum.

Aslında istiyorum ki daha çok kişi bu harekete katılsın, Turkiye’de ki yaklaşık 30.000 Donör sayısının daha çok artması, farkındalığın tüm kesimlere yayılması. Ama asıl önemli olan da insanların bunu Gönüllü yapması. Ayrıca bu tür bağışlarda devlet desteğinin özellikle Sağlık Bakanlığının destekliyor olması da çok önemli.

Benden bir parçanın ki kendini yenileyebilen bir parçamın, başka bir insan da Hayat Bulması fikri çok heyecanlandırıyor beni. Evet, bende artık Gönüllü Kök Hücre Vericisiyim. Kendime de çok kızdım bu süreçte, neden şimdiye kadar bekledim diye.

Gamze Akbaş sadece kendisi için değil, diğer tüm lösemili hastalar için içinde umut arıyor.
Gamze’nin doktorundan çok güzel haberler alacağımız günleri iple çekiyorum.
Evet, duygusalım çünkü insanım. 
Teşekkürler Gamze bana bu farkındalığı yaşattığın için.

Videoyu mutlaka izleyelim ki bilinçlenelim.

Kök Hücre ile ilgili tüm bilgiler http://www.kokhucrebagisla.com/AnaSayfa.aspx  Adresin de ayrıntılı olarak yazıyor.



 Okan Bayulgen yalnız bırakmadın,yüreklendirdin,binlerce kere teşekkürler




8 Şubat 2012 Çarşamba

Kuşlar Gibi Özgür

Çok uzun zaman oldu kendimi böyle iyi, böyle güzel ve böyle huzurlu hissetmeyeli.

Endişelerimden sıyrılarak yeni bir sayfa açabileceğim kendime. Ayağımdan prangalarla bağlı hissetmeyeceğim artık. Minnettarlık yükü olmadan, duygusallaşmadan, yanlışa boyun eğmeden, kendimi ezdirmeden –aslında buna salak yerine konmadan yazsam daha iyi olurduJ - haksızlık yapılıyor fikrinden uzaklaşarak, yeni bir sayfa açtım.

Kişi alışkanlıklarından biraz zor geçiyor ya da en azından ben öyleyim. Kurulu bir düzeni bozmak ne saçma değil mi? diye sorgulamadan yeni bir kararla yola çıkmak beklide en heyecanlısı. Kararın iyi mi kötü mü diye düşünerek boşa harcadığım zamanı, kendime ayırarak daha iyiye daha güzele gidecek diye motive ederek devam etmek.

Hayatımdaki ama çok hızlı olmayan değişiklikler, yeni heyecanlar, rutin hayat koşuşturmasından uzakta günler, saatler...

Aslında evet heyecanlıyım. Heyecanım yeni bir adımdan değil aslında. Kendimi kuşlar gibi özgür hissetmemden.

31 Ocak 2012 Salı

Anne Kakam Geldi!...

Elim bir gidiyor, bir gitmiyor. Yazıp yazmamakta çok kararsız kalıyorum bu konuda. Bitti ama ben hala acaba mı deyip duruyorum yok yere. Bitti işte anla artık diye birini kafama kafama vurmasını bekliyorum sanırım.
Kaka olayını nasıl atlatacağız diye düşüne dururken biz,sihirli kelime bezsiz 12.gününde geldi kızımdan.
Eylül Naz:Anne ben süppizi kazandım, kakamı tuvalete yaptım
Anne: Peki ne istiyorsun sürpriz olarak?
Eylül Naz: Kuru fasulye, piav ve yogurt !
Anne :?!!...Peki o zaman
Akşam onu yuvadan almaya gittiğimizde anlattı öğretmeni kızımın ilk kez tuvalete kaka yaptığını hem de iki kez. Ne büyük bir rahatlıkmış Allah’ım,üzerimizden büyük bir yük kalktı sanki. Gözümde öyle büyütmüştüm ki tuvalet sürecini, bu kadar kolayca sona erdiğini görmek inan şaşırttı beni. Oysaki ne olumsuz yazılar okumuştum bu süreçle ilgili. Tuvalete kaka yapma, çiş yapma sürecinin sorunsuz bir şekilde devam etmesinin, bana göre, en büyük kaynağı; yuva ve yuvada ki bezsiz arkadaşları. Aylar öncesinden kendini bu sürece hazırlayan vücudu, görsel ve duyusal organlarıyla da tamamladı sanırım. Neyse ne işte, bitti mi bitti J
Sevim ve Bircan öğretmene ne kadar teşekkür etsem azdır. Çok destek oldular bu süreci atlatmamızda.
Kaka sonrası ödüllendirmeyi bir süre devam ettirdik. Alışkanlığa döndürmeden bıraktık, o da unuttu zaten.
Ama ne güzel bir cümleymiş “Anne kakam/çişim geldi”…
Altına kaçırma olayı bitti, bu arada. Arada, ama çok sık değil, kaçırmalar oluyor tabii ki. Her akşam yuvadan gelince, öğretmeni üzerini değiştirmiş mi diye kontrol ediyorum. Değiştirmişse kirlilere bakıyorum ıslak mı diye. Neyse ki bu paranoyalardan biraz uzaklaşır gibi oldum. Çoğu zamanda öğretmeni ödül olarak üzerini değiştirmiyor.
Hımm… Bir de gece olayı var. Bu konuda biraz notumuz düşük gelecek sanırım. Çünkü henüz bir adım öteye gidemedik. Hala Eylül uyuduktan sonra bezi bağlayıp, sabah o uyanmadan önce çıkartıyoruz. Sabahları yataktan sürünerek kalkıyoruz zaten, bir de gece uyan, Eylül’ü uyandır. Bize de eziyet O’na da. Gece uyanıp onu tuvalete kaldırmaya üşeniyoruz, evet. Herşey de bir anda olmaz ki ama… Daha birçok bahanemizde var aslında sıralayabileceğim.  Şimdilik yazı bekliyoruz gece bezi olayını bitirmek için.
Eğer gece uyanır bezi fark ederse;
“Anne bez bağlamışsın bana, ben bezi atmıştım çöpe!” diye kızma modunda uyarıyor beni. Ben de , “Gece tuvalete kaldırdım, kalkmadın. Mecburen bağlamak zorunda kaldım” dediğimde ikna oluyor neyse ki ama bezi de çıkarttırıyor. Sabah neyle uyanacağımızı bilmeden yatıyoruz. Bir de bakmışım ki, sabaha kuru kalkıyor. Yine de risk almamaya kararlıyız. Gece beze devam…

Sözün özü; korkmadan, duyduklarına kulak asmadan, bazen de olumsuz okuduğun yazılara aldırmadan kendi yolunu çizmek ve gitmek. Tökezlesen bile, çareyi birlikte bulabilmek.

Bu süreç çok kolay bir süreç diyemem ki her çocuk farklıdır,her çocuk farklı yaşar bu süreci.

Tuvalet süreci ile ilgili umarım tek bir yazı daha yazar sonra da bu sayfayı böylece kapatırım.






Kendime Not:
Tuvalet süreci başlama tarihi : 11Aralık 2011 Pazar akşam
Altına çiş kaçırmanın bittiği tarih:16  Aralık 2011 Cuma
İlk kaka ve devamı : 23 Aralık 2011 Cuma


26 Ocak 2012 Perşembe

Şarkı Söylemek Lazım

Şuan  büyük, en büyük tutkusu şarkı söylemek, dinlemek, yarım yamalak da olsa eşlik etmek. Sıraladığım şarkıların neredeyse tamamı yuvada öğrendi. Müziğini hatırlayıp sözlerini unuttukları da var arada ama ne olduklarını kestirebilmek biraz zor oluyor haliyle. Arabaya biner binmez "müzik açar mısınız?" ya da "radyonun sesini açar mısınız?" cümlelerine öyle alıştık ki. Çoğu zaman radyoda çıkan şarkılara parça parça da olsa eşlik ettiği de oluyor.
Şöyle ki; bu akşam Candan Erçetin'in Git şarkısının nakaratını söylediğine şahit oldum.
Müzik ruhun gıdası mıdır? Evet biz de öyle.
Küçükken onu uyutacağım zaman ninni söylemezdim çünkü kendi ninnisini kendi mırıldanarak uyurdu. Taa o zamanlarda iyiydi müzik kulağı, unutmazdı besteyi şimdilerde olduğu gibi. 
Dans etmek; müzik eşliğinde dans olmazsa olmazıdır. Çalan müziğin hareketli olması çokta önemli değil aslında, klasik müzik bile onu harekete geçirebilir. Yeter ki müzik olsun. Sadece evde değil, yolda yürürken çevreden duyduğu şarkıyla ya da girdiğimiz markette çalan müzik eşliğinde de dans edebilir.
Ama evde dans etmenin ilk kuralı elbise ya da etek giymek! 
Bu akşam teyzesi hareketli dansına biraz daha enerji gelsin diye bir aksesuar verdi ki bırak oynaması yürüyüşü bile değişti kızımın. Sanırım son günlerin yeni gözdesi bu aksesuar olacak. Çünkü yarın yuvaya onunla gitmeyi planlıyor.
1.                  Köpek ve Karga
2.                  Aydede
3.                  Anne Karnım Acıktı
4.                  Bebek
5.                  Uykum Gitti
6.                  Tembel Çocuk
7.                  Kardan Adam
8.                  Noel Baba
9.                  Yeni Yıl
10.              Portakalı Soydum
11.              Sümüklü Böcek - Parmak Oyunu
12.              Ördekler
13.              Bebek
14.              Hopini
15.              Fış fış Kayıkçı
16.              Hapşu

Hastalık - Bacaktaki Kızarıklık

Karar verdim, kızımın geçirdiği tüm rahatsızlıkları ve uygulanan tedavi yöntem/yöntemlerini buraya kaydedeceğim. Sonrasın da geri dönük hatırlamakta zorluk çekiyorum

Bacağında alerji gibi kızarıklıklar çıktı. Özelikle külotlu çorap giydiğinde oldu ya da bize öyle geldi. Tesadüftür belki de.
Doktora gösterdikten sonra kızarıklıklar daha da hafifledi. Bir süre külotlu çorap giymeyecek,terlettiği için çoğalmasını sağlıyormuş.

Bir hafta boyunca kullanacağı ilaçlar;

1.                  Zyrtec Oral Damla (Günde 1 kere 5 damla)
2.                  Trosyd Krem (Günde 2 kere çok ince bir tabaka halinde sürülecek)



25 Ocak 2012 Çarşamba

İlk Kar Öyküsü

Bu O’nun ilk kara dokunuşuydu…

Kışa girdikten sonra “kar” kelimesini çokça duyar oldu. Ama neydi? Nasıl bir şeydi?

Her ne kadar görsel olarak görse de ona dokunmak, onu hissetmek apayrı.

Gerçeğe gitmeli dedik ve atladık arabaya bize en yakın olan yere ,Spil Dağ”ına doğru çıktık yola. Her zaman olduğu gibi tabela sıkıntısı yaşasakta bulduk yolumuzu. Tırmandık bol oksijene doğru. Yer yer kar birikintisi kalmıştı ve de çok az da buzlanma. Uzun zaman sonra bizim de karla ilk buluşmamızdı.

Nasıl güzel bir hava, güneş tepemizde bir taraftan ısıtıyor, rüzgar hafiften üşütüyor.

Küçük de olsa kardan adamımızı yaptık. Burnuna havuç koyduk.

Yukarı tırmanırken dönüş yolundaki arabaların sağ önünde mütemadiyen kar birikintisi gördük. Anlaşılan Spil Dağı geleneğiydi bu.

İlk Kar Tepkileri;

      Ayağım kayar, elimi bırakma
      Üşüdüm
      O kardan top mu?
      Kardan adam yapalım mı?
      Kar atma kafam üşür!
      Benim sucuğum yumurtalı olsun!:)



15 Ocak 2012 Pazar

Oyuncak Müzesi

Varyattan çıkarken hep aklımdadır Oyuncak Müzesi, “Eylül Naz biraz büyüsünde gidelim”dediğim yerlerden birisi. Hâlbuki o olmadan da gezebileceğim bir yermiş.

Bayıldım sergilenen oyuncaklara, çıkartıp hepsi ile oynayasım geldi.Bir ara Eylül Naz'ında benim gibi düşündüğünü hissetmedim değil, çıkartıp oynayabilir miyim diye baktı ama olmayınca vazgeçti.Aslında ne güzel evcilik oynardık Eylül Naz'la :) Hayvan çiftliğini gördüğünde Ali Baba'nın çiftliği sandı başladı şarkını söylemeye.Koleksiyonlar, Sunay Akın ve Ümran Baradan’dan. Hollanda, Almanya, Japonya...

Eylül Naz’ın arabalar, trenler, özelikle gemiler, itfaiye arabası, değişik figürdeki hayvanlar ilgisini çekti. Benim ise; oyuncak bebek evler en çok ilgimi çekenler arasındaydı.Saat 17:00 de kapanıyordu bu nedenle ayrıntılı inceleyemedik ama bir sonraki ziyaretimizde daha fazla zaman ayırmalı.

Cumartesi günleri “Hacivat ve Karagöz Gölge Oyunu” var. Biraz geciktik ama eğlenceliydi. Hemen küçük sandalyelerimize oturup seyrettik gölge oyunumuzu.

Küçük birde kafeteryası var, denize bakan. Her daim sıcak çay,bir de yağmur yağıyorsa dışarıda,daha da keyifliydi. Ayrıca kafeterya içerisinde satışa sunulan oyuncaklar da var. Ersoy'un kafeterya yorumu "huzurlu bir yerde çay içmek için ideal,ben gelirim buraya sık sık":)

Tuvaletinde çocuklar için düşünülmüş küçük lavabo olması da ayrıca güzeldi

Pazargünleri de Tarla Tiyatrosu var. Sonraki haftalarda götürmeyi düşünüyorum.

Müzeye giriş 5 TL. 0-3 yaş arası ücretsiz,3-6 yaş arası 2 TL. Bu ücrete Gölge Oyunu ve Tarla Tiyatrosu dahil.









14 Ocak 2012 Cumartesi

İzmir Lokması

Sokak ortasında kurulmuş bir tezgâh ve başında lokma ustaları, biri kızartıyor diğeri tatlıya batırıp sıradakine tatlısını veriyor.

İzmir’e ilk taşındığımız sıralarda, sokak ortasında ya da kaldırım kenarında yapılan tatlı için insanların sıraya girmesine, oluşan kuyrukta beklemesine anlam verememiştim. Nasıl bir lokmadır ki, bu kadar insanı kuyrukta bekletmeyi sağlıyor.

Sonradan öğrendim işin esprisini. Vefat etmiş insanların senesinde, kişilerin adakları olduğunda ya da sevabına, lokma tatlısı döktürüyor ve o çevredeki tüm insanlara dağıtılıyor. Bunu yapan firmalar ve gruplar var. Ekibi ile birlikte geliyor, tezgâhını sokağa kuruyor. Lokma ustası lokmayı yağda kızartmaya başlayınca kuyruk başlıyor. Yollarını değiştiren insanlar bile var. O kuyrukta her türden kişilere rastlayabilirsiniz. Sıra geldiğinde, usta küçük plastik kaplara 4–5 adet tatlı koyuyor, üzerine de bir kürdan ve peçete. Çevrede oturanların çoğu evdeki kaplarını kapıp geliyor hemen. Yolda yiye yiye gidiyorsun,kim ne der demeden.

Birlikteliğin ne güzel bir örneğidir Lokma,

Sabretme, birbirine saygı duymadır Lokma,

Yardımlaşmadır Lokma.

Eee bizim neyimiz eksik, biz neden yemeyelim deyip gireriz oluşan sıraya, alırız tarçınlı lokma tatlısını. Sonrasında da yaparız duamızı.

Ohhh miss :)

Bir de şerbeti akıtmadan yemeyi bir öğrenebilseydik...