Ana Sayfa

29 Ağustos 2011 Pazartesi

İyi Bayramlar

Küçükken heyecanlı geçerdi bayramlar. Sabah erkenden kalkılır, kahvaltı yapılır sonrasında ev ahalisiyle tek tek bayramlaşılır. Sonrasında misafirlerin biri gider biri gelir.Kolonyalar,şekerler,tatlılar….
Bayramlarda annem hurma tatlısı yapardı, bizim geleneksel tatlımızda oydu.
Aaa birde şeker topla olayı vardır. Çok sık yapmasam da birkaç kez yapmışlığım vardır. Kimde güzel şeker ya da çikolata olduğunu tahmin eder ona göre giderdim.
Özellikle büyük şehirlerde çocukların şeker toplama alışkanlıkları da bitti. Nasıl bitmesin ki; gazetelerde okuduğumuz onca kötü haberden sonra.
Doyasıya yaşadım sayılır bayram neşesini, heyecanını, telaşını. Benim yaşadığım sevinçlerin Eylül Naz’ın da yaşamasını isterim. Gelenekselleşen bayram anlayışını görsün, bayramların gerçek anlamını bilsin isterim.
Bizden çocuklarımıza nasıl bir bayram miras kalacak!? Şuan olduğu gibi bayramlar, tatil anlayışıyla mı devam geçecek. Bayramlaşmalar, sosyal paylaşım sitelerinde yazışmalarla, cep telefonlarından ya da 3G li görüşmelerle mi kutlanacak. Bayram kartları e-maillerle mi gönderilecek, internet ortamında paylaşılan bayram kutlama mesajları ile cep telefonundan mesaj mı göndereceğiz sevdiklerimize.
Gurbette bayram biraz daha buruk geçiyor. Neyse ki annem, ablam, Didem ve kızım yanımda. İlk kez Ersoy’dan uzak bir bayram geçireceğim L
Haydi, aile büyüklerinizin elini öpün, küçükleri sevindirin, şeker verin, bayramlarını kutlayın.
Böyle yazdığıma bakmayın, hala umudum var J
Herkese iyi bayramlar. Şeker tadında bir bayram geçirmeniz dileğiyle.
Not: Fotoğraftaki bayram kartını Eylül Naz yuvada hazırladı.



28 Ağustos 2011 Pazar

Çıksın Bitsin Artık


Demiştim Ağustos ayının son yarısı zor  geçiyor diye.

Bir de buna yüksek ateş eklendi. Çarşamba günü akşam başlayan ateş cumartesi güne kadar sürdü. 39-39,5 derecenin altına neredeyse düşmüyordu. 8 saate bir Dolven, 4 saate bir –eğer ateş 38 derece üstü olursa- Calpol. Bu arada yaptığımız diğer ek takviyeler ise; duş aldırma,sirke ile silme.

Koltuk altında ateşini ölçmek bir sorundu bizim için. Neyse ki bu kez çok sorun çıkartmadı. Gerçi sorun çıkartacak halide yoktu. Bunu oyun haline getirmek işimizi kolaylaştırdı. O da bebeğinin ateşini ölçüyordu. Ateş ölçer dıııt diye ötünce hemen bize dönüp
nokta yedi olmuş anne” diyordu :) (Biz ölçtükten sonra 39.7 (otuz dokuz nokta yedi) diyoruz ya oradan kapmış hemen.)

Doktorunu aradığımda 72 saat beklememi söyledi. Antibiyotiğe başlamanın erken olduğunu bana her gün bilgi ver demeyi de ihmal etmedi. Bu durum da beklemek ne kötü Gözlerini açmaya, yürümeye, konuşmaya hali yoktu. Hatta yemek yemeği çok seven kızım yemek dahi yemiyordu.

Cumartesi günü ateş normale bindi tabii Eylül’de.

Arkadaki 2.azılar henüz çıkmamıştı. Bu kadar yüksek ateşin enfeksiyon dışında başka bir nedeni olamazdı diye düşündük.

Ağzını zor da olsa kontrol etmeye çalıştığımda diş etinin kabardığını gördüm. Sonrasında annem dişinin patladığını fark etmiş.

Şimdiye kadar Eylül Naz’ın diş çıkartma olayı bizde çok sancılı geçmedi. Hatta köpek dişini çıkartma dışında hiç ateşi olmadı. Ki o ateşi de yaklaşık 1 gün sürmüştü.

Fakat bu kez zorladı bizi de kendisini de.

Ayrılık


Eylül Naz’ın babası ile ilk uzun ayrılığıydı.

Babaya karşı pek düşkünlüğü yokmuş gibi gelirdi. O nedenle bu uzun ayrılık nasıl etkiler gibi bir kaygım olmadı hiç.

Yaklaşık 10 gündür görmüyor babasını. Özlemiş her halinden belli. Babasının eşyalarını itina ile topluyor hatta evde unuttuğu sigara paketini bile teyzelerine vermiyor. Eğer biri babasının eşyasına dokunursa tepki veriyor,
”elleme o babanın men gelince vericem”.

Telefonla konuşmasını pek sevmeyen kızım babası ile telefonda konuşuyor, soruyor;
baba ne zaman delicen?”
“baba nereye dittin”
“baba mende delicem!”

Bayramın 2.günü akşamı yanımızda olacak, bakalım babayı görünce nasıl bir tepki verecek.

Not: ben de seni çok özledim hayatım

Hayat


Zorlu geçen bir hafta yaşadık.

Ersoy’un çok sevdiği çocukluk arkadaşı, kuzeni,İzmir’de ki tek dayanağı,Serdar, bir iş kazası geçirmişti.

Salı günü sabah Balıkesir’den geldi bu çirkin haber, hemen yattığı hastaneyi aradım,acilde ki doktoru ile görüştüm.Durumu hakkında bilgi aldım ama yüreğimi dağladı duyduğum şeyler. “hemen ailesine haber verin”

Böyle bir şey kime nasıl söylenirdi ki! Ersoy yoldaydı zaten, onu aradım durumu biraz ciddiymiş deyip geçiştirdim.

Sonrasında Adana’yı kayınvalidemi aradım, durumu anlattım sıkı sıkı da  tembih ettim “aman şimdilik Emra’nın kulağına gitmesin”. Neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum;aslında onunda hemen öğrenmeye bilgi sahibi olmaya bizlerden daha çok hakkı vardı.

Ve içimizi yakan süreç başladı. Kabullenmek o kadar zordu ki. Bizim Serdar,orada yatıyor ölüm kalım savaşı veriyordu.Sanki bu bir kabustu ve birazdan uyanacaktım,ohh be her şey bir rüyaymış diyecektim. Ama ne yazık ki gerçek değildi bu.

Çarşamba günü doktoru beyin ölümünün gerçekleştiğini açıkladı. Tam bir yıkım,nasıl olur,o daha gencecik,20 aylık bir kızı var…

Ailesi böyle bir gerçeği kabullenmek istemedi, çünkü hala kalbi atıyordu makineye bağlı da olsa.

Eğe üniversitesine nakil oldu, orada da bir çok testten geçti. Sonuç aynıydı, beyin ölümü gerçekleşti.

19 Ağustos 2011,Cuma,saat  14:00

Bir yaprak düştü, savruldu gitti. Geride bir çok yaralı insan kaldı. Geride bu olaydan ders çıkartan insanlar kaldı. Geride babasına doyamamış bir Hayat kaldı.

Hayat şuan da çok hırçın özellikle de annesine. Babasını çok özledi, sürekli onu sayıklıyor, onunla konuşmak istiyor. Sanırım bir doktordan yardım alması onun iyiliğine olacak.

Evet ben Hayat’ın süt annesiyim, benim kızım,kızımın da kardeşi. O bize Serdar’ın bir emaneti.

Huzur için de uyu Serdar…Mekanın cennet olsun…Seni çok özleyeceğiz…

Öğle Uykusu

Yuvada uykuya kaldığı ilk günü sorunsuz geçti. Derin bir ohhh çektik valla J

Yemekten sonra ellerini yıkamışlar, yataklarını serip yatmışlar. Öğretmeninin bize ilettiği ise “Eylül burada uyumaktan çok mutlu oldu, direkt yatağına yattı hatta hiç sallanmadan uyudu”

Acaba böyle devam edersek ayağımızda sallama işi de bitecek mi?! Umarım.Yaşayıp göreceğiz.

Ertesi gün yine kaldı, bu kez yuvadan almaya ben gittim. Gittiğimde hala uyuyordu, öyle güzel yatıyordu ki. Aldım ve anneanneye gittik

Bu iki günde gözlemlediğim şey, yuvadan bahsetmek istememesi.Sorduğum sorulara sessiz kalması ya da oralı bile olmaması. Bunun nedeni yeniliklerdir diye düşünüyoruz. Hayatındaki bazı rutinler değişti sanırım kaygısını yaşıyor.

Ne kadar devam edecek böyle bilmiyorum.

Bilmediğim diğer konu ise; uykuya kalması için erken mi? İyi mi yapıyoruz kötü mü?

Bu tür kaygıları ilk yuvaya başlarken de yaşamıştık Ama şuan geldiğimiz nokta, iyi ki de yuvaya göndermişiz. Dileğim bu yeni süreç ve yeni kararımızdan sonra da aynı hisleri hissederiz.

Ağustos ve Son Yarısı…

15 Ağustos 2011…

Bizim için ve Eylül için yeni bir hafta başıydı.

Eylül artık 2 yaş sıfından 3 yaş sınıfına terfi etti,arkadaşları ile birlikte. Sınıflarında iki öğretmeni vardı bunlardan biri değişti diğeri de (Bircan) sınıf arkadaşları ile birlikte yeni sınıflarına başladılar. Yeni öğretmenin adı Sevim…

Kurum müdürü bize daha önce bilgisini vermişti. Fakat bu süreçte biz endişeydik. Eylül Naz herkese çabuk adapte olabilen bir çocuk değil. Yeni tanıştığı kişilerle iletişim kurabilmesi için onunla sık birlikte olması gerekiyor. Alıştıktan sonra da gerisi sorun değil.

Hal böyleyken yeni öğretmene alışma süreci onu nasıl etkileyecek bilemiyorduk. Her zaman ki yöntemi uygulamaya karar verdik; yaşa,gör,önlemini al J

Eylül yuvaya yarı gün devam ediyor,tam güne geçsek nasıl olur diye düşünmüştük daha önceden. Ama bunu da bir anda değil, yavaş yavaş geçiş yapmaya karar verdik. Önce öğle uykusuna bırakacağız sonrasında bir sorun çıkmazsa tam güne geçiş yapacağız.

Öğle uykusu konusunu Eylül’le bir çok kez paylaştık,anlattık.Öğle yemeğinden sonra babası ile biraz arkadaşlarının nasıl yattıklarına baktı. Çok sıkmadan,yeri geldikçe konusunu açtık. Dedikodu yöntemini kullanarak ona duyurmaya çalıştık fikrimizi.

Veeee….15 Ağustos 2011…

Yeni 3 yaş sınıfı,yeni öğretmen ve ilk öğle uykusu…

Heyecan dorukta bende,bir an önce öğretmenden telefon gelmesini bekliyorum, “Eylül uyandı”

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Sıcaklar ve Su Keyfi


Yaz biraz geç geldi ama iyi geldi. Ortalığı yakıp geçiriyor neredeyse.Sıcakların bir anda bastırmasıyla,parka gitme ya da dışarıda dolaşma gibi bir alternatifimiz azaldı. Neyse ki,Eylül sabahları yuva da parka çıkıp,oyunlar oynuyor.Böylece öğleden sonraları evde olmamız çok etkilemiyor kendisini.

Bu arada kuzenleri Yaren ve Dila hala biz de olduğu için öğlen uykusundan sonra onlarla çok keyifli zaman geçirebiliyor.

Bir de sıcaklarda en güzel oyunumuz suyla oynamak J

Eve geldiğimizde küveti dolduruyorum. Küvetimizde öyle büyük şaşalı bir şey değil.Evimiz gibi o da küçük. İçini hafif ılık su ile doldurduktan sonra keyifle ve sabırsızlıkla içine atlıyor. Yaklaşık 1 saat orada kalıyor hatta “anne cıp cıp bittiii” diyene kadar hiç sesimi çıkartmıyorum.Bu arada ben de evde yapılacak işlerimi yapıyorum.

Tabii ki de onu yalnız bırakmıyorum. Banyo yapmamızın tek şartı şarkı söylemek J

Banyoya girmek istiyorsa bana şarkı söylemek zorunda. Böylece onunla sürekli irtibat halinde oluyorum.

Su ile oynamanın olumlu etkilerinden bir diğeri de; akşam sorunsuz ve deliksiz bir uyku…